"Kızılderililer ruh-beden-zihin dengeleme çalışmaları için ormanda uzun uzun yürüyüşler yapar sonra mola verir ve uzun uzun oturarak dinlenirlermiş. Yine böyle bir çalışma esnasında dinlenen bir Kızılderiliye sorarlar ;"neyi bekliyorsunuz"? Kızılderili cevap verir : "Ruhlarımızı"... Ruhumuz bedenimizin hızına yetişemiyor, durup onları bekliyoruz uzunca bir süre....
İşte bizlerde günlük yaşamda koşturmaca içinde ruhumuzun bizi yakalamasını istiyoruz hiç durup beklemeksizin, kendimizi "an"da durdurup yukarıdan bakmaksızın... Ya geçmişe takılıyor ve edinilen olumsuz tecrübeleri, negatif anıları hatırlıyor ve bunlarla birlikte ilerlemeye çalışıyoruz ya da yarın, haftaya seneye, bir sonraki görüşmeye ne olacak diye düşünerek içinde bulunduğumuz "an"dan bağımsız karar almaya çalışıyoruz. Ve genelde geçmişin etkisiyle geçmişe çok benzeyen bir gelecek yaratıyoruz. Ne zamanki içinde bulunduğumuz "an"a, şimdiye odaklanıyoruz yaşamın güzelliği burada başlıyor. Çünkü bütün "gücümüz" şimdide var. Geçmişi değiştirmemize imkân yok. Önceki tecrübeler, kendimize dersler çıkarabilmemiz, öğrenebilmemiz için var. Biz bu tecrübelerden kendimize bir öğrenme çıkaramadıysak aynı şeyleri birçok defa yaşıyoruz zaten. Yarın ise, kendimize anlamlı bir gelecek resmi oluşturmak için yani "yaşam amacımızı belirlemek" için var.. Bu gün, şimdi, bu AN ise, o amaca ulaşacağımız hedeflerimizi gerçekleştirmek için yapacağımız eylemler için geçerli olan tek zaman dilimi. ZAMAN, din, dil ırk, cinsiyet, maddiyat, maneviyat gözetmeksizin hepimize EŞİT verilmiş en değerli hazine.. Bu zamanı herkes dilediğince harcama özgürlüğüne sahip elbette... Ancak geçmişe takılıp kalarak oluşturduğumuz alışkanlıklarımız, korkularımız, endişelerimiz, geleceğimizi de etkisi altına alıp, geçmişin aynısı bir gelecek yaratmamıza neden oluyor. Oysaki sadece ve sadece şu an'a odaklandığımızda işte hayatın tadı o zaman çıkmaya başlıyor."
Rana Pendar